Külli Halefiyet ve Miras Ortaklığı Kavramı
Kişinin ölümü ile birlikte geride bıraktığı malvarlığı bir bütün halinde mirasçılarına geçer (TMK m. 599/I). Başka bir deyişle mirasçılar, muris öldüğü an kendiliğinden murisin (intifa, sükna hakları gibi istisnalar hariç) tüm malvarlığının maliki olur; kendiliğinden gerçekleşen bu hukuki durum için mirasçıların hiçbir işlemde bulunmasına gerek yoktur. Hatta mirasçılar murisin öldüğünden haberdar olmasalar dahi muristen kalan eşya Maddi Hukuk bakımından kendilerine intikal eder. Murisin malvarlığının bir bütün halinde ve kendiliğinden tüm mirasçılara geçmesini tarif eden bu hukuki durum, uygulamada “külli halefiyet” olarak anılır.
Külli halefiyet (intikal) ilkesi gereği, murisin ölümünün ardından geride kalan mirasçılar hep birlikte (“elbirliğiyle”) murisin mallarına malik olurlar. Bu bakımdan, intikal eden malvarlıkları üzerinde geçerli olmak üzere mirasçılar arasında bir ortaklık ilişkisi (“miras ortaklığı”) meydana gelir. Bu bakımdan, her mirasçı (miras hissesi ne kadar az veya çok olursa olsun) tıpkı diğer mirasçılar gibi hem murisin malvarlığına maliktir hem de miras ortaklığının bir parçasıdır.
Miras Ortaklığının Haklar Üzerinde Tasarrufta Bulunma Açısından Önemi
Miras ortaklığı (ve ona bağlı olarak kazanılan elbirliği mülkiyeti), tüm mirasçıların birlikte hareket etmesini emreder (TMK m. 640/II: “…terekeye ait bütün haklar üzerinde birlikte tasarruf ederler”). Bu bakımdan, her ne kadar her bir mirasçı tıpkı diğerleri gibi terekedeki haklara malik olsa da intikal eden malları ve hakları kullanırken tek başına hareket edemez. Terekede yer alan malların ve hakların kullanılması ancak tüm mirasçıların oybirliği ile olur.
Nitekim bu durumdan ötürü, uygulamada mirasçıların bir an evvel ortaklığın giderilmesi yolu ile miras ortaklığını dağıtmaya çalıştıkları görülmektedir. Bu bakımdan, ortaklığın giderilmesi için rızai taksim (anlaşarak paylaşma) veya ortaklığın satış yolu ile giderilmesi yöntemlerinden hangilerinin seçileceği mirasçıların kendi tercihlerine ve ortaklığın giderilmesi davasındaki gelişmelere göre belirlenir.
Hukuken Kilitlenme Riski: Dava Açma Hakkının Birlikte Kullanılma Zorunluluğu, Tereke Temsilcisi
Terekeye dahil olan hak ve borçlar üzerinde birlikte tasarruf edilmesi, mirasçılar arasında malvarlığının yönetimine ilişkin uyuşmazlıkların çıkma ihtimalini arttırır. Örneğin, muristen kalan bir konut veya tarla nitelikli taşınmaz hakkında bir mirasçı satılmasını isterken bir diğeri kiralanmasını isteyebilir veya kendisinin diğerlerine bedel ödeyerek kullanmaya devam etmesini isteyebilir (Elbette hayatta kalan eşin TMK m. 652 uyarınca murisle birlikte yaşadıkları konutun miras payı karşılığı kendisine özgülenmesini isteme hakkı bu durumun dışındadır. Sağ kalan eşin tek başına TMK m. 652 uyarınca yapacağı bu talep, diğer tüm mirasçıları bağlar).
Ayrıca vurgulamak isterim ki elbirliğiyle malik olan mirasçıların birbirlerinin kullanımlarından doğan el atmanın önlenmesi ve ecrimisil talepli davalarda “intifadan men” şartının yerine getirilmesi gerektiğini unutmamak gerekir. Aksi takdirde intifadan men gerçekleşmediği gerekçesiyle bir mirasçının diğerine karşı açtığı davanın reddedilmesi muhtemeldir. Bu bakımdan, bu yazıdaki konumuz daha çok mirasçıların birbirlerine karşı değil, üçüncü kişilere karşı açtıkları davalardır.
Uygulamada kimi zaman mirasçıların diğer mirasçıları dikkate almaksızın tek başına terekeye dahil olan malları yönetmeye çalıştığı görülebilir. Örneğin, bir mirasçı kendi başına muristen kalan bir evi üçüncü bir kişiye kiralayıp evin zilyetliğini devredebilir. Bu hallerde bir mirasçının tek başına üçüncü kişi ile yapmış olduğu kira sözleşmesi geçersizdir:
· Yargıtay 3. HD., E. 2013/2484 K. 2013/4377 T. 14.03.2013
“Davacı elbirliği mülkiyetine konu taşınmazları, bir kısım mirasçılardan kiralayarak kullanmıştır. Elbirliği mülkiyetine konu olan taşınmaz üzerinde yönetim ve tasarruf mirasçıların oybirliği ile mümkündür. Davacının taşınmazları bir kısım mirasçılardan kiralamış olması nedeni ile yaptığı kira sözleşmesi bu nedenle geçersizdir. Ancak, davacının geçersiz bir kira sözleşmesi olsa da tarlalar için yaptığı masrafları Borçlar Kanunu 61. mad. vd (TBK 77. mad. vd) düzenlenen sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde isteyebileceği düşünülmeden yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.”
Benzer şekilde, murisin önceden kiralamış olduğu taşınmazlarda murisin kira sözleşmesinden doğan haklarının kullanılması da örneğin kiracıya karşı tahliye davası açılması mirasçılar arasında oybirliğine tabidir. Bu bakımdan, davanın ya tüm mirasçılarla birlikte açılması (veya diğer mirasçıların dava açıldıktan sonra muvafakatlerinin alınması) ya da TMK m. 640/III uyarınca tereke temsilcisi atanarak davanın bu kişi vasıtasıyla yürütülmesi gerekmektedir:
· Yargıtay 3. HD., E. 2017/3388 K. 2018/7682 T. 5.7.2018
“Davacılar; muris kiraya verenin mirasçıları olduklarını, davalı kiracının kira bedellerini ödemediğini, öncelikle kira ilişkisinin varlığının kabulünün, aylık kira bedeli üzerinden geriye doğru 5 yıl süre ile davalı tarafından ödenmeyen kira bedellerinden hisselerine düşen 2.550,00 TL'nin davalıdan tahsilini, kira ilişkisinin varlığı kabul edilmediği takdirde 2.550,00 TL ecrimisil bedelinin davalıdan tahsilini, el atmanın önlenmesini talep etmiştir…Somut olayda, dava konusu taşınmazın muris ... tarafından davalıya kiralandığı hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Murisin 29.06.2014 tarihinde vefatı ile geriye mirasçısı olarak Rauza İskakavo, ..., ..., ... Nazım Tunca ve İsa Selimhan Tunca' nın kaldığı, davanın ise mirasçılardan ... ve ... tarafından açıldığı anlaşılmaktadır. Diğer minasçıların davaya iştirakleri ya da muvafakatları sağlanmamıştır. Bu nedenle, taraf teşkilinin sağlandığından söz edilemez. Bu durumda mahkemece; davacılara süre verilerek dava dışı mirasçıların davaya icazeti yönünden beyalarının alınmasının veya TMK’nun 640/3. maddesi gereğince terekeye temsilci tayin ettirilmesinin sağlanarak oluşacak sonuca göre davaya icazet verilmesi halinde davanın esası hakkında karar verilmesi, aksi halde muvafakat sağlanamazsa davanın reddine hükmedilmesi gerekirken; yanılgılı değerlendirme ile bu işlemler yapılmadan davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.”
Görüldüğü üzere, mirasçılar arasında terekeye dahil olan hakların kullanılması bakımından bir anlaşmazlık olması durumunda; çözüm bir mirasçının kendi başına hareket etmesi değildir. Hakkın kullanılmasını isteyen mirasçı, TMK m. 640/III uyarınca terekeye dahil olan bu hakkın kullanılması için “tereke temsilcisi” atanmasını mahkemeden istemelidir. Uygulamada mirasçının tek başına dava açtığının anlaşılması halinde; davanın görüldüğü mahkeme tarafından re’sen diğer mirasçıların muvafakatinin dosyaya sunulması istenmekte veya TMK m. 640/III uyarınca tereke temsilcisi atanmasının istenmesi için davacıya yetki ve süre verilmesi talep edilmekte olup, Sulh Hukuk Mahkemesi’nden alınan ilan dosyaya sunulmaktadır. Davanın reddi, ancak davacının ilgili kararı yerine getirmemesi halinde söz konusu olmaktadır.
Bu bakımdan, uygulamada TMK m. 640 hükmüne aykırı hareket etmek, davanın kendiliğinden reddedilmesi sonucu doğurmamaktadır. Zira bir (veya bir grup) mirasçı davayı tek baş(lar)ına açmış olsa dahi; bu eksikliğin sonradan giderilmesine fırsat tanınmakta; ancak eksiklik giderilmediği halde dava reddedilmektedir. Benzer bir değerlendirme Yargıtay tarafından da yapılmıştır:
· Yargıtay 8. HD., E. 2018/3487 K. 2019/4649 T. 6.5.2019
“Türk Medeni Kanunu (TMK) m.640/II hükmüne göre: "Mirasçılar terekeye elbirliğiyle sahip olurlar ve sözleşme veya kanundan doğan temsil ya da yönetim yetkisi saklı kalmak üzere, terekeye ait bütün haklar üzerinde birlikte tasarruf ederler". Aynı maddenin IV. fıkrasına göre "Mirasçılardan her biri, terekedeki hakların korunmasını isteyebilir. Sağlanan korumadan mirasçıların hepsi yararlanır". TMK m.640/IV hükmü, mirasçılardan biri ya da bir kısmının başvurabileceği yasal yolları "terekedeki hakların korunması" ile sınırlı tutmuştur. Açılan davanın terekedeki hakların korunmasına ilişkin olmadığı durumlarda ana kural olan TMK m.702/II: " Kanunda veya sözleşmede aksine bir hüküm bulunmadıkça, gerek yönetim, gerek tasarruf işlemleri için ortakların oybirliğiyle karar vermeleri gerekir" hükmü geçerli olacaktır. Anılan hüküm uygulamada kısmen yumuşatılmış bir ortağın tek başına dava açabileceği, ne var ki davaya devam edebilmesi için öteki ortakların muvafakatlarının alınması veya miras şirketine atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi gerektiği kabul edilmiştir (11.10.1982 tarihli 1982/3-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı).” (Öte yandan bu kararda dava konusu talep terekeye konu malın korunması kapsamında görüldüğü için netice itibariyle davaya devam edilebileceği benimsenmiştir.)
Bu durum, dava açan mirasçının “yalnızca kendi miras hissesine düşen kısmı istiyor olması” halinde de değişmemektedir. Elbirliği ortaklığında bulunan mirasçıların “kendi müstakil payları” olmadığı için kendi miras hissesine düşen kısmı istiyor olması da bir değişiklik yaratmaz; hatta dava diğer mirasçıları özellikle dışlayacak biçimde açıldığı için bu kez eksiklik sonradan da (diğer mirasçıların muvafakatlerinin alınması veya tereke temsilcisi atanması) yolu ile giderilemez ve dava reddedilir:
· Yargıtay 14. HD., E. 2016/13457 K. 2019/4768 T. 27.5.2019
“…dava halefiyet esasına göre tereke adına değil de kendi miras payı için açılmış ise tüm mirasçıların onayının alınmasına gerek bulunmamaktadır. Bir ya da bir kısım mirasçı terekeye ait bir mal veya alacaktan yalnız kendi payına düşen kısım için yalnız kendi adına dava açarsa, böyle bir dava reddedilir. Çünkü, bir veya bir kısım mirasçının iştirak halindeki pay üzerinde tasarrufta bulunma yetkisi yoktur. Böyle bir dava diğer mirasçıların paylarını kapsamadığından ve aynı zamanda onlar adına da açılmadığından, davaya diğer mirasçıların katılmasına (icazet vermesine) olanak yoktur. Diğer bir anlatımla, öteki mirasçıların davaya katılmalarının sağlanması veya yöntemine uygun biçimde muvafakatlerinin alınması, ya da miras ortaklığına bir mümessil tayin edilerek onun huzuru ile davaya devam edilmesi mümkün değildir ve davanın reddi gerekir. Aynı nedenle, tereke temsilcisi de, bir mirasçının yalnız kendi payı için açmış olduğu davaya icazet verip davayı devam ettiremez. Yargıtay’ın yerleşik uygulaması ve öğretinin görüşü bu yöndedir. Yukarıda açıklanan ilkeler gözetildiğinde, somut olayda; davacının miras bırakanı tarafından yapıldığını belirttiği satış vaadi sözleşmesine dayanarak, miras ortaklığı adına değil yalnızca kendi adına tapu iptal ve tescil istemiyle dava açtığı tartışmasız olup, davacı elbirliği ortağı olduğundan ve elbirliği mülkiyetine tabi taşınmazda TMK 640. maddesi uyarınca davacının tek başına dava açma hakkı bulunmadığından davanın reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir.”
Terekeye Dahil Olan Malların Korunması Halindeki Hukuki Durum
Gelinen aşamada şu soruları sormakta fayda vardır: Terekeye dahil bir malın korunması için, hele ki durum aciliyet taşıyorsa, yine de aynı zahmetli usulleri izlemek gerekmekte midir? Örneğin, mirasçıların elbirliğiyle mülkiyeti altında olan bir tarla üçüncü bir kişi tarafından ekilip biçiliyorsa veya mirasçılara ait bir arsaya üçüncü bir kişi yapı inşa etmekte (işgal etmekte) ise ve bu esnada bir mirasçıya ulaşılamıyorsa yine de kendisinin muvafakatinin aranması veya öncelikle tereke temsilcisi atanmak zorunda mıdır?
Bu noktada terekeye tabi malların yönetimini düzenleyen TMK m. 640 ve genel anlamda elbirliğiyle mülkiyet halindeki kullanımı düzenleyen TMK m. 702 hükümleri paralellik taşır. Zira TMK m. 640/IV hükmü “Mirasçılardan her biri, terekedeki hakların korunmasını isteyebilir. Sağlanan korumadan mirasçıların hepsi yararlanır” şeklindeyken; TMK m. 702/IV hükmü de “Ortaklardan her biri, topluluğa giren hakların korunmasını sağlayabilir. Bu korumadan bütün ortaklar yararlanır” şeklindedir.
Bu bakımdan, terekeye dahil olan malların korunması için açılacak davalarda veya acilen yapılması gereken işlerde her bir mirasçı tek başına yetkili kılınmıştır. Fakat bir hakkın kullanılması ile korunması arasındaki farkı tespit etmek kimi zaman oldukça zor olabilir. Bu bakımdan, Yargıtay’ın benimsediği ölçüte yer vermekte fayda görüyorum:
· Yargıtay 14. HD., E. 2016/13457 K. 2019/4768 T. 27.5.2019
“Kanunun 640. maddesine “Mirasçılardan her biri, terekedeki hakların korunmasını isteyebilir. Sağlanan korumadan mirasçıların hepsi yararlanır” hükmünü içeren dördüncü fıkra eklenmiştir. Maddenin gerekçesinde de belirtildiği gibi, mirasta terekenin tâbi olduğu elbirliği mülkiyetine yöneltilen en güçlü eleştiri, birlikte hareket etme zorunda olmaları nedeniyle mirasçıların bireysel olarak terekedeki hakların korunması amacıyla hareket edememeleriydi. Maddeye eklenen dördüncü fıkra, bu eksikliği giderme amacına yönelik olarak getirilmiştir. Buna göre; olağan koruma eylemleri ve buna bağlı olarak onarımlar, mahsullerin toplanması bozulacak olanların satılması, acele olarak yapılması zorunlu bulunan işlemin yerine getirilmesi ile istihkak, el atmanın önlenmesi, tapu sicilinde hak sahipliğinin saptanması gibi taksimi mümkün olmayan talepler, ortaklardan her biri tarafından dava yoluyla ileri sürülebilir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 17.02.2010 gün ve 2010/8-80 E.,2010/80K, 20.03.2013 gün ve 2012/8-861E.,2013/391 K. sayılı kararları).”
· Yargıtay 8. HD., E. 2018/3487 K. 2019/4649 T. 6.5.2019
“…Uyuşmazlık konusu olayda; davacı, murisinden intikal eden taşınmaza paydaş olmayan davalıların elatmalarının önlenmesi ve bunlara ait yapıların kâl'i ile birlikte davalılardan ecrimisil isteminde bulunmuş ancak yargılama sırasında ecrimisil talebinden feragat etmiştir. Terekeye dahil bir taşınmaza ilişkin elatmanın önlenmesi ve kâl davası "terekedeki hakların korunması" kapsamına girdiğinden, bahsi geçen davalar mirasçılardan sadece biri tarafından da açılabilir. O halde; davacı tek başına kâl talebinde bulunma sıfatına haiz olduğundan, talebin esastan incelenip karar verilmesi gerekirken, dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmesi isabetli değildir…”
Murisin Sağlığında Yapmış Olduğu Satışlara Karşı Açılan Davalar: Muris Muvazaası, Terekeye İade Talebi ve Özellikle “Murisin Akıl Sağlığının Yerinde Olmadığı” İddiası
Mirasçılar muristen doğrudan intikal etmiş bir hak veya eşya hakkında dava açabileceği gibi, murisin sağlığında yapmış olduğu işlemlere karşı da dava açmaları söz konusu olabilir. Uygulamada bu olasılık en çok “muris muvazaası” olarak anılan murisin mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla bir başka kişiye sözde satış yaparak esasen taşınmazını bağışladığı hallerde görülmektedir. Muris muvazaasında, mirasçı esasen yapılan satışın geçersiz olduğunu belirterek yapılan satışın iptalini ve kendi payının tapuya tescilini (taşınmaz bir üçüncü kişiye daha devredildiyse ve TMK m. 1023 gereği tapu iptali söz konusu olamıyorsa da uğradığı zararın tazminini) istemektedir.
Yargıtay, muris muvazaasına dayanan davaların tüm mirasçıların birlikte açması gereken bir dava olmadığını (zorunlu dava arkadaşlığı bulunmadığını) belirtmekte ve tek bir mirasçının kendi payı için dava açmasını kabul etmektedir. Hatta bu nedenle mirasçılar birlikte dava açsalar dahi istinaf-temyiz sınırı gibi parasal sınırlar her bir mirasçının kendi miras payı bakımından kendine özgü biçimde hesaplanacaktır:
· Yargıtay 1. HD., E. 2023/8 K. 2023/7192 T. 5.12.2023
“Taraflar arasında görülen muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davasının reddine karar verilmiştir. Kararın davacılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş, davacı temyiz isteminde bulunmuş, Bölge Adliye Mahkemesince temyiz başvurusunun reddine karar verilmiştir… Davanın muris muvazaasına dayalı alacak davası olduğu, davacılar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmayıp ihtiyari dava arkadaşlığı olduğu, dava değerinin davayı açan mirasçı veya mirasçıların her birinin miras payına isabet eden değer olduğu açıktır… Dosya içeriğine göre davaya konu taşınmazın dava tarihindeki toplam değerinin 466.060,64 TL olduğu, Altunhisar Noterliğinden alınan miras bırakan ...'e ait 11.02.2019 tarih 134 yevmiye numaralı mirasçılık belgesine göre mirasbırakanın terekesinin 7 pay kabul edilerek davacılarının her birinin 1'er payı olduğu, her bir davacının payına isabet eden 66.580,09 TL'nin Bölge Adliye Mahkemesinin karar tarihi itibari ile kesinlik sınırı olan 107.090,00TL’nin altında kaldığı anlaşılmaktadır. Temyiz dilekçesinin reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesince verilen ek karar yukarıda anılan Kanun hükümlerine uygun olduğundan temyiz isteminin reddi ile söz konusu kararın onanması gerekir.”
Fakat yine murisin sağlığında yapmış olduğu satışın iptalini konu alan (örneğin, murisin satış esnasında akıl sağlığının bulunmadığı veya tehdide maruz kaldığı iddiasına dayanan) “irade sakatlığı/ehliyet yoksunluğu” kaynaklı davalarda ise mirasçılar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunduğu ve tüm mirasçıların davayı birlikte açmaları gerektiği veya tereke temsilcisi atanması gerektiği belirtilmektedir:
· İstanbul BAM, 2. HD., E. 2017/697 K. 2017/768 T. 22.6.2017
“Davacılar K1 ve K2 vekili dava dilekçesinde… muristen sağlık raporu almayı ihmal ettiğini, yaşı ve görünüşü itibarıyla murisin sağlığının ve hukuki ehliyetinin yerinde olduğuna dair sağlık raporunun noter tarafından gözetilmesi gerektiğini…Tekirdağ Tapu Sicil Müdürlüğünde taşınmazları muvazaalı bir akit ile ve diğer mirasçılardan mal kaçırmak kaytı ile davalıya sattığını ve anılan taşınmazların davalı adına devir ve tescil edildiğini iddia ederek, taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile miras hisseleri uyarınca müvekkilleri adına ayrı ayrı tesciline karar verilmesini talep etmiştir… dava terekeye iade şeklinde açılmış ancak taraf teşkili eksik bir dava değil, doğrudan miras payı için açılan bir davadır. Bu durumda, pay oranında açılan davanın dinlenemeyeceği açık olduğundan davalı vekilinin istinaf talebinin kabulü ile kararın HMK'nın 353/1.b.2. Maddesi gereği kaldırılarak davanın reddine karar verilmiştir. Asıl ve Birleşen davaların usulden REDDİNE…”
Görüldüğü üzere muris muvazaası davası ile murisin akıl sağlığının bulunmadığına ilişkin davalar iç içe geçebilmektedir. Akıl sağlığı zayıf olan murisin “irade sakatlığı yoluyla mal kaçırmaya sevk edildiği” iddiası öne sürülebilmektedir:
· Yargıtay 1. HD., E. 2014/12105 K. 2016/6964 T. 7.6.2016
“Davacılar, mirasbırakanları ....'nun maliki olduğu kat mülkiyeti kurulu 808 ada 182 parsel sayılı taşınmazdaki 2 nolu meskenini, hasta olduğu dönemde düzenlenen vekâletname ile vekili davalılardan ...'in 10.10.2008 tarihinde birleşen davanın davalıları Haydar ve ...'e satış göstermek suretiyle devrettiğini, vekilin murisin eşi olan dava dışı ... ile birlikte hareket ettiklerini, murisin kendilerini mirastan mahrum etmeyi amaçladığını, öte yandan mirasbırakanın akıl sağlığının yerinde olduğuna dair düzenlenen raporlarının sağlıklı olmadığını belirterek, tapu kaydının iptali ile terekeye iadesine, mümkün olmaz ise bedelinin faizi ile birlikte terekeye iadesine karar verilmesini istemişlerdir…Somut olaya gelince, iddianın içeriği ve ileri sürülüş biçimine göre, dava ve birleşen davada; muris muvazaası hukuksal nedenine dayanıldığı açıktır. Mirasbırakan... oğlunun ölüm tarihine göre, terekesi elbirliği (iştirak) hâlinde mülkiyet hükümlerine tâbidir... Somut olaya gelince; dava ve birleşen davanın, terekeye iade istekli olarak açıldığı, mirasbırakanın dava dışı mirasçısının bulunduğu görülmektedir… O hâlde, davada taraf olarak yeralmayan dava dışı mirasçı ...'nun davaya olurunun alınması ya da miras şirketine TMK'nin 640. maddesi uyarınca atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi gerekirken, davanın görülebilirlik koşulu gözardı edilerek yazılı olduğu üzere davaların esası hakkında hüküm kurulması doğru değildir.”
Yukarıda anılan kararlardan görüldüğü üzere, kural olarak “murisin akıl sağlığının yerinde olmadığı/irade sakatlığına uğratıldığı” iddiasına dayanan davalarda satış işlemi iptal edilerek sözleşmeye konu eşya terekeye iade edileceği için TMK m. 640 hükmü uyarınca tüm mirasçıların birlikte hareket etmeleri veya tereke temsilcisi atanması gerekmektedir. Bu bakımdan, davacının murisin akıl sağlığındaki zayıflığa dayanarak açtığı bir davada yalnızca kendi miras payına isabet eden kısmı talep etmesi; yukarıda da değinildiği üzere, sonradan giderilemeyecek bir eksikliğe yol açar ve dava reddedilir.
O nedenle, dava dilekçesinde dayanılan somut maddi vakaların net bir biçimde açıklanması ve talebin terekeye iade (tüm mirasçılar için zorunlu dava arkadaşlığı) mi yoksa davacının kendi miras payına isabet eden kısmın iadesi (her mirasçı için iradi dava arkadaşlığı) mi olduğu şüpheye yer vermeyecek bir netlikle ifade edilmelidir. Şayet davalı sıfatıyla böyle bir dava ile karşılaşılacak olursa, gerekirse hakimden HMK m. 31 uyarınca davacıya davanın hangi hukuki nedene dayandığı ve nihai talebin ne olduğu yönünde açıklama yaptırılması istenmeli ve davacının beyanına göre savunma yapılmalıdır.
Comments